Tüm zamanlarda ve mekanlarda tağutlar kesinlikle İbrahim Milleti’nden hoşnut olmamışlardır ve olmayacaklardır da... Onlar bu şerefli hareketten hep çekinmişler ve korkmuşlardır. Bu yüzden
de sürekli İbrahim Milleti bilincini yok etmenin ve onu davetçilerin gönüllerinden söküp atmanın yollarını büyük bir hırsla aramışlardır. Allahu Teala ilk dönemlerden beri bunun böyle olduğunu bize haber vermektedir. Mekke’de inmiş olan Kalem Suresi’nde şöyle buyurur: “Onlar senin kendilerine yumuşak
davranmanı arzu ettiler; kendileri de bunun üzerine yumuşak davranacaklardı.”Kalem-9
Onlar, davetçilerin bu yoldan başka, çarpık yollara dalmalarını ve nebilerin o sarsılmaz ve dosdoğru davet metodlarından sapmalarını temenni ederler ve bunun için planlar yaparlar. Davetçileri, birçok batılları hakkında susmaya veya kendileri ile ortak bir noktada birleşmeye götürecek yollara saptırmak istiyorlar.
Ta ki davet ölünceye ve asıl çizgisinden, açık, net, anlaşılır ve dosdoğru olan amacından sapıncaya kadar da bunun için uğraşmaya devam ederler. Tağutlar çok iyi bilirler ki ilk taviz, geriye doğru atılan ilk adımdır. Sonra bu basit adımı diğer adımlar izler... Adımlar, adımlar... Öyle adımlar ki davetçi o adımları atarken davanın asli metodunu yitirir ve kesin olarak bu bozulmanın neticesinde batıl ehli ile birçok batıl veya bazıları konusunda
ortak bir noktada buluşur. İşte davetçinin vardığı bu nokta tağutların ta başından beri varmak istedikleri hedeftir. Bu yüzden eğer onlar davetçilerde bir inişe geçme, bozulma veya yelkenleri suya indirme hali görmüşlerse bu durumdan pek hoşnut olurlar. Bu davetçileri ve böyle bir daveti artık bu noktadan sonra desteklemeye başlarlar. Onlara yakınlaşır, onları över, çabalarını takdir eder ve onlara karşı muhabbet duyarlar. Allahu Teala şöyle buyurur: “Müşrikler, sana vahyettiğimizden başka bir şeyi yalan yere bize isnad etmen için seni, nerdeyse, sana vahyettiğimizden saptıracaklar ve ancak o takdirde seni candan dost kabul edeceklerdi.”İsra-73
Seyyid Kutub Rahimehullah bu ayeti tefsir ederken, müşriklerin Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile din ve davetle ilgili birçok meselelerde pazarlığa girişmelerinden bahseder ve şöyle der: “Allahu Teala’nın peygamberini etkisinden kurtardığı bu girişimler, her zaman iktidar sahiplerinin dava adamlarını, yoldan
çıkarmak için başvuracağı girişimlerdir. Az da olsa onları davanın doğru yolundan ve sağlam metodundan saptırma girişimleri sürekli sözkonusudur. Dava sahiplerini yoldan saptırma uğruna ufak bir taviz için büyük servetleri feda ederler. Bazı dava sahipleri bu tekliflere kanabilirler. Zira bunun çok basit bir ödün olduğunu
görürler. Yani iktidar sahipleri dava adamlarının davalarını bütünü ile bırakmasını istemezler. Tüm istedikleri, ufak tefek birtakım değişikliklerdir. Böylece her iki tarafın da yolun ortasında bir yerlerde buluşma imkanını bulurlar. Şeytan dava sahiplerine, bu kanaldan sokularak davanın istikbali için bir takım ödünler
verme karşılığında iktidar sahiplerini kazanmaları gerektiğini düşündürebilir.!
Halbuki, yolun başında ufak bir ödün, küçük bir sapma yolun sonuna varıncaya kadar köklü, büyük bir sapmaya dönüşür. Küçük de olsa davanın bir parçasından vazgeçmeyi, basit de olsa davanın bir tarafını gözden çıkarmayı kabul edebilen bir dava adamı daha önce vermiş olduğu bu ödünü durdurma imkanını
kaçırmış olur. Zira bir adım geri çekildikçe teslim olma eğilimi daha da artar. Burada sorun davaya bir bütün olarak inanma sorunudur. Ne kadar küçük de olsa, davanın bir parçasından vazgeçebilen, ne kadar önemsiz de olsa davanın bir tarafını gözden çıkarabilen bir kişinin davasına gerçek anlamda iman ettiği söylenemez. Davanın her tarafı, her yönü iman etmiş olan insanın gözünde aynıdır. Bu tarafı da diğer tarafı gibi gerçektir. Davanın içinde “olmasa da olur” diye bir bölüm yoktur. Dava her yönü ile birbirini tamamlayan bir bütündür. Bir parçasını yitirdiğinde tüm özelliklerini yitirmiş olur. Herhangi bir bölümünü yitiren dava, bir elementini yitiren bir bileşim gibi hiçbir özelliğini koruyamaz.!
İktidar sahipleri, dava sahiplerine, dava erlerine yavaş yavaş sokulurlar. Dava erleri herhangi bir noktada ufak bir taviz verdiklerinde saygınlıklarını ve sağlamlıklarını yitirirler. Artık iktidar sahipleri pazarlığın sürmesi ve fiyatın arttırılmasıyla davanın tamamını teslim alabileceklerini öğrenmiş olurlar. Basit ve değersiz de olsa davanın herhangi bir tarafını, iktidar sahiplerini kendi safına çekmek amacı ile gözden çıkarmak davanın zafere ulaşmasında iktidar sahiplerine dayanma ihtiyacı duymak ruhsal (psikolojik) bir bozgundur. Mü’minler ise davalarında yalnızca Allah’a tevekkül etmek durumundadırlar. Bir kere mağlubiyet gönüllerin derinliklerine kadar indi mi, artık bu mağlubiyet asla zafere dönüştürülemez.”
Evet... Günümüz davetçilerinden birçoğunun, tağutlar tarafından dost edinildiklerini görmekteyiz. Onlara hiçbir zarar vermemekte ve düşman da edinmemektedirler. Zira bu davetçiler onların birçok batılına rıza göstermektedirler. Dolayısıyla hükmü ellerinde tutanlarla yolun ortasında bir araya gelmekte, birleşmektedirler.
Onlarla aynı toplantı salonlarında bir araya gelmekte, aynı kutlamalara katılmakta, aynı helake doğru sürüklenmektedirler.
Tağutların uyguladıkları bu metodların günümüzdeki örneklerini şöyle sıralayabiliriz:
Bunlardan birincisi, birçok tağutun parlamentolar, meclisler ve benzeri müesseselerin kapılarını bu davetçilerden ve diğerlerinden oluşan hasımlarına açarak, buralarda toplanmalarını sağlamasıdır. Bu hasımlarıyla aynı çatı altında toplanırlar, onlarla çeşitli toplantılar düzenlerler, onların içine karışırlar. Hasımların
davalarını sulandırıncaya kadar bu, böyle devam edip gider. Böylece hasımları ile aralarındaki dava, kafirlerden ayrılma, onların kanunlarını reddetme, onların metodlarını tanımama, batıllarından uzak durma gibi asıl meseleler olmaktan çıkıp, vatanın ve milletin selameti için(!) iktisadi kalkınma, güçlenme, yardımlaşma
ve buna benzer davalar haline gelir. Tüm bunlar tağutların kendi heva ve heveslerine göre, küfür ile yönettikleri
vatanlar içindir.! Şüphesiz tağutların bu tuzağı, ayakların en fazla kaydığı bir meseledir. Bu tuzağa düşenlerin bir çoğunun kendilerini selefi harekete nisbet ettiklerini veya Seyyid Kutub ve benzerlerinin sözlerini ağızlarından düşürmediklerini görmekteyiz. Bununla birlikte ayakların kaydığı bu tuzağa düştükten sonra tağutlar için alkış tuttuklarına, saygı göstermek maksadı ile onlar için ayağa kalktıklarına, onlara ünvanları ile hitap ettiklerine, hatta yönetimlerine, askerlerine ve emniyet teşkilatlarına karşı dostluğu ilan ettiklerine, kanunlarına ve anayasalarına bağlı kalmaya yemin ettiklerine şahit olmaktayız. Bundan da geriye zaten ne kalmaktadır ki? Sapıklıktan Allahu Teala’ya sığınırız.