1 Mart 2012 Perşembe

TAĞUTLARIN, İBRAHİM MİLLETİ’Nİ SULANDIRMAK VE DAVETÇİLERİN KALPLERİNDEN YOK ETMEK İÇİN BAŞVURDUKLARI METODLAR

Tüm zamanlarda ve mekanlarda tağutlar kesinlikle İbrahim Milleti’nden hoşnut olmamışlardır ve olmayacaklardır da... Onlar bu şerefli hareketten hep çekinmişler ve korkmuşlardır. Bu yüzden
de sürekli İbrahim Milleti bilincini yok etmenin ve onu davetçilerin gönüllerinden söküp atmanın yollarını büyük bir hırsla aramışlardır. Allahu Teala ilk dönemlerden beri bunun böyle olduğunu bize haber vermektedir. Mekke’de inmiş olan Kalem Suresi’nde şöyle buyurur: “Onlar senin kendilerine yumuşak
davranmanı arzu ettiler; kendileri de bunun üzerine yumuşak davranacaklardı.”Kalem-9

Onlar, davetçilerin bu yoldan başka, çarpık yollara dalmalarını ve nebilerin o sarsılmaz ve dosdoğru davet metodlarından sapmalarını temenni ederler ve bunun için planlar yaparlar. Davetçileri, birçok batılları hakkında susmaya veya kendileri ile ortak bir noktada birleşmeye götürecek yollara saptırmak istiyorlar.
Ta ki davet ölünceye ve asıl çizgisinden, açık, net, anlaşılır ve dosdoğru olan amacından sapıncaya kadar da bunun için uğraşmaya devam ederler. Tağutlar çok iyi bilirler ki ilk taviz, geriye doğru atılan ilk adımdır. Sonra bu basit adımı diğer adımlar izler... Adımlar, adımlar... Öyle adımlar ki davetçi o adımları atarken davanın asli metodunu yitirir ve kesin olarak bu bozulmanın neticesinde batıl ehli ile birçok batıl veya bazıları konusunda
ortak bir noktada buluşur. İşte davetçinin vardığı bu nokta tağutların ta başından beri varmak istedikleri hedeftir. Bu yüzden eğer onlar davetçilerde bir inişe geçme, bozulma veya yelkenleri suya indirme hali görmüşlerse bu durumdan pek hoşnut olurlar. Bu davetçileri ve böyle bir daveti artık bu noktadan sonra desteklemeye başlarlar. Onlara yakınlaşır, onları över, çabalarını takdir eder ve onlara karşı muhabbet duyarlar. Allahu Teala şöyle buyurur: “Müşrikler, sana vahyettiğimizden başka bir şeyi yalan yere bize isnad etmen için seni, nerdeyse, sana vahyettiğimizden saptıracaklar ve ancak o takdirde seni candan dost kabul edeceklerdi.”İsra-73

Seyyid Kutub Rahimehullah bu ayeti tefsir ederken, müşriklerin Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile din ve davetle ilgili birçok meselelerde pazarlığa girişmelerinden bahseder ve şöyle der: “Allahu Teala’nın peygamberini etkisinden kurtardığı bu girişimler, her zaman iktidar sahiplerinin dava adamlarını, yoldan
çıkarmak için başvuracağı girişimlerdir. Az da olsa onları davanın doğru yolundan ve sağlam metodundan saptırma girişimleri sürekli sözkonusudur. Dava sahiplerini yoldan saptırma uğruna ufak bir taviz için büyük servetleri feda ederler. Bazı dava sahipleri bu tekliflere kanabilirler. Zira bunun çok basit bir ödün olduğunu
görürler. Yani iktidar sahipleri dava adamlarının davalarını bütünü ile bırakmasını istemezler. Tüm istedikleri, ufak tefek birtakım değişikliklerdir. Böylece her iki tarafın da yolun ortasında bir yerlerde buluşma imkanını bulurlar. Şeytan dava sahiplerine, bu kanaldan sokularak davanın istikbali için bir takım ödünler
verme karşılığında iktidar sahiplerini kazanmaları gerektiğini düşündürebilir.!

Halbuki, yolun başında ufak bir ödün, küçük bir sapma yolun sonuna varıncaya kadar köklü, büyük bir sapmaya dönüşür. Küçük de olsa davanın bir parçasından vazgeçmeyi, basit de olsa davanın bir tarafını gözden çıkarmayı kabul edebilen bir dava adamı daha önce vermiş olduğu bu ödünü durdurma imkanını
kaçırmış olur. Zira bir adım geri çekildikçe teslim olma eğilimi daha da artar. Burada sorun davaya bir bütün olarak inanma sorunudur. Ne kadar küçük de olsa, davanın bir parçasından vazgeçebilen, ne kadar önemsiz de olsa davanın bir tarafını gözden çıkarabilen bir kişinin davasına gerçek anlamda iman ettiği söylenemez. Davanın her tarafı, her yönü iman etmiş olan insanın gözünde aynıdır. Bu tarafı da diğer tarafı gibi gerçektir. Davanın içinde “olmasa da olur” diye bir bölüm yoktur. Dava her yönü ile birbirini tamamlayan bir bütündür. Bir parçasını yitirdiğinde tüm özelliklerini yitirmiş olur. Herhangi bir bölümünü yitiren dava, bir elementini yitiren bir bileşim gibi hiçbir özelliğini koruyamaz.!

İktidar sahipleri, dava sahiplerine, dava erlerine yavaş yavaş sokulurlar. Dava erleri herhangi bir noktada ufak bir taviz verdiklerinde saygınlıklarını ve sağlamlıklarını yitirirler. Artık iktidar sahipleri pazarlığın sürmesi ve fiyatın arttırılmasıyla davanın tamamını teslim alabileceklerini öğrenmiş olurlar. Basit ve değersiz de olsa davanın herhangi bir tarafını, iktidar sahiplerini kendi safına çekmek amacı ile gözden çıkarmak davanın zafere ulaşmasında iktidar sahiplerine dayanma ihtiyacı duymak ruhsal (psikolojik) bir bozgundur. Mü’minler ise davalarında yalnızca Allah’a tevekkül etmek durumundadırlar. Bir kere mağlubiyet gönüllerin derinliklerine kadar indi mi, artık bu mağlubiyet asla zafere dönüştürülemez.”

Evet... Günümüz davetçilerinden birçoğunun, tağutlar tarafından dost edinildiklerini görmekteyiz. Onlara hiçbir zarar vermemekte ve düşman da edinmemektedirler. Zira bu davetçiler onların birçok batılına rıza göstermektedirler. Dolayısıyla hükmü ellerinde tutanlarla yolun ortasında bir araya gelmekte, birleşmektedirler.
Onlarla aynı toplantı salonlarında bir araya gelmekte, aynı kutlamalara katılmakta, aynı helake doğru sürüklenmektedirler.

Tağutların uyguladıkları bu metodların günümüzdeki örneklerini şöyle sıralayabiliriz: 
Bunlardan birincisi, birçok tağutun parlamentolar, meclisler ve benzeri müesseselerin kapılarını bu davetçilerden ve diğerlerinden oluşan hasımlarına açarak, buralarda toplanmalarını sağlamasıdır. Bu hasımlarıyla aynı çatı altında toplanırlar, onlarla çeşitli toplantılar düzenlerler, onların içine karışırlar. Hasımların
davalarını sulandırıncaya kadar bu, böyle devam edip gider. Böylece hasımları ile aralarındaki dava, kafirlerden ayrılma, onların kanunlarını reddetme, onların metodlarını tanımama, batıllarından uzak durma gibi asıl meseleler olmaktan çıkıp, vatanın ve milletin selameti için(!) iktisadi kalkınma, güçlenme, yardımlaşma
ve buna benzer davalar haline gelir. Tüm bunlar tağutların kendi heva ve heveslerine göre, küfür ile yönettikleri
vatanlar içindir.! Şüphesiz tağutların bu tuzağı, ayakların en fazla kaydığı bir meseledir. Bu tuzağa düşenlerin bir çoğunun kendilerini selefi harekete nisbet ettiklerini veya Seyyid Kutub ve benzerlerinin sözlerini ağızlarından düşürmediklerini görmekteyiz. Bununla birlikte ayakların kaydığı bu tuzağa düştükten sonra tağutlar için alkış tuttuklarına, saygı göstermek maksadı ile onlar için ayağa kalktıklarına, onlara ünvanları ile hitap ettiklerine, hatta yönetimlerine, askerlerine ve emniyet teşkilatlarına karşı dostluğu ilan ettiklerine, kanunlarına ve anayasalarına bağlı kalmaya yemin ettiklerine şahit olmaktayız. Bundan da geriye zaten ne kalmaktadır ki? Sapıklıktan Allahu Teala’ya sığınırız.


Yine tağutların sık sık başvurdukları yollardan birisi de alimleri bir takım hizmetlere tabi tutarak kendi hasımlarına ve sosyalizm, faşizm ve diğerleri gibi nüfuzundan çekindikleri sistemlere karşı mücadele vermelerini sağlamak suretiyle bu alimlerin vakitlerini öldürmeleridir. Yine bu tağutlar kendi çıkarlarına olacak bazı milliyetçi akımları ayakta tutma hususunda bazı alimlerin tutuculuğunu kullanmakta ve onları ortak olan düşmanları üzerine yönlendirmektedirler. Bu alimleri, dine ve din ehline gösterdikleri sözde ihtimamla, din düşmanlarının saldırılarından korktukları(!) gerekçesiyle ve dine hürmetkar görünmekle kandırırlar. Böylece
bu alimleri, aynı zamanda kendi düşmanları olan unsurlarla savaşılması için halkı manevi yönden motive etmeye yönlendirirler. Bu miskin alimler de onların ağına düşerler. Tüm enerjilerini ve vakitlerini bu yolda harcarlar. Mücadele azimlerini, davalarını tağutlar tarafından kendilerine gösterilen düşmanlar uğrunda
tüketirler. Sonuçta birçoğu tağutlara karşı gösterilmesi gereken düşmanlık hislerini kaybetmiş durumda, onların sadık bekçileri ve bel’amları halini alırlar. Hatta günün birinde bir de bakarsınız ki bu kişiler tağutların ve onların sistemlerinin birer askeri, hizmetçisi ve sadık birer destekçisi oluvermişlerdir. Tüm hayatlarını içinde
bulundukları batıl sistemin idamesi için tahsis edecek bir düzeye gelivermişlerdir... Bilerek veya bilmeyerek bu zillete yuvarlanmışlardır...Keşke onlar salih kulun şu sözünü akletmiş olsalardı: “Rabbim, bana lutfettiğin nimetlere andolsun ki, artık suçlulara asla arka olmayacağım.”Kasas-17

       Keşke bugünküler Allahu Teala’nın şu sözünü akletseler: “Ey iman edenler! Kafirlerden size yakın olanlara karşı savaşın ve onlar sizde bir sertlik bulsunlar, (onlara karşı şiddetli ve çetin olun,sakın gevşeklik ve korkaklık göstermeyesiniz). Biliniz ki Allah (korkaklıktan) sakınanlarla beraberdir.”tevbe123 Eğer onlar bu ayetleri akletmiş olsalardı, içine düşmüş oldukları durum üzere olmazlardı. Çünkü bu komünistler veya diğerleri, İslam’a ve Müslümanlaradüşman olsalar da ve yine onlara düşmanlık yapmak, onlardan uzak olmak ve onların batıllarını reddetmek istenilen bir şey olsa da, en önemli ile mücadeleyi öne alıp, ikinci derecede önemli olanı bir sonraki merhaleye ertelemek ve yine mücadeleye en
yakından başlayıp, daha sonra diğerleri ile ilgilenmek Nebi’miz olan Muhammed’in Sallallahu Aleyhi ve Sellem uygulamalarından biridir. Selim akıl sahiplerinden hiç kimse buna itiraz etmez. Çünkü en yakın olan düşmanın tehlikesi, fesadı ve fitnesi, uzakta olan düşmanın tehlikesinden, fesadından ve fitnesinden daha şiddetlidir. Bunun içindir ki heva ve şeytan ile mücadele etmek genel olarak düşmanlarla mücadele etmekten daha önce gelir. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, savaşa ilk olarak Fars, Rum veya Yahudiler ile başlayarak, yakın olan düşmanı ihmal etmemiştir.
       Birçok tağut bu tehlikeli tuzaktan fayda elde etmiş ve hala da etmektedir. Onlar, bu cahil alimlerle çokça alay etmekte, onları kendi işlerinde kullanmaktadırlar. Birçok davet adamının davetine
engel olmak, İslami cemaatleri itici göstermek ve insanları onlardan uzaklaştırmak, onların yollarından ve metodlarından tavizler vermelerini sağlamak gibi çirkin emellerinde bu alim geçinen cahilleri kullanmaktadırlar. Onlardan fetvalar alarak, İslami çalışmaları kontrol altında tutmakta ve gerektiğinde davetçilerin aleyhlerine
hükümler verdirmektedirler. Hatta tağutlar birçok defa gerçek davetçileri ve İslami cemaatleri sindirmek ve davetlerini yok etmek için, onların Hariciler veya yeryüzünde fesat çıkaran ve dinlerini bırakmış olan bağiler oldukları bahanesi ile bu cahillerden fetvalar koparmışlardır. “Dikkat edin! Gerçekten onlar bozgunculuk
edenlerin ta kendileridirler.”bakara12 Onlar, bu durumu bildikleri ve doğru olanı hissettikleri halde böyle davranmaya devam ederler. Bizler zamane alimleri arasında bu zillete düşen birçoklarını görmekteyiz.

     Yine tağutların başvurduğu yollar arasında şunu da sayabiliriz: Tağutlar mü’minleri ve davetçileri bir takım mevkiler, makamlar, rütbeler, ünvanlar vererek ayartmaya çalışırlar. Bunlar arasında, bir takım imtiyazlar, evler, yatlar, katlar ve bunun benzerleri de sayılabilir. Tüm bunları, onları elleri altında tutabilmek ve ağızlarını kapamalarını sağlamak için yaparlar. Böylece, “Süt emdiğin memeyi ısırma” sözünü onlar üzerinde gerçekleştirmiş olurlar. Ta ki, bu davetçiler veya bu cahil alimler, onlar ve onların yönetimleri konusunda fitneye düşene kadar bu böyle devam eder. Hatta durum, değişik fetvalarla bu tağutların batıllarını onaylamaya, onların faziletlerini sayıp dökmeye, gece ve gündüz onları övgüyle tesbih etmeye kadar varır...

      İbnu’l-Cevzi şöyle der: “İblis’in fakihlerin başına ördüğü çoraplardan biri de; onları emir sahipleri ve sultanlarla birlikte oturmaya sürüklemek, onlara karşı dalkavukluk yapmaya teşvik etmek ve onlardan gördükleri itibarı kaybetmemeleri için onları eleştirmekten ve kötülüklerini inkar etmekten vazgeçmeyi sevimli
göstermektir... Özet olarak yöneticilerin yanında bulunmak, onlarla içli dışlı olmak, son derece tehlikelidir. Her ne kadar ilk etapta iyi niyetlerle onlara yakınlaşmaya çalışılsa da, sonraları onlardan görülen ikram, mükafatlar, çeşitli nimetler kişinin onlara karşı olan özentisini ve meylini artırmakta, kişi kendini onlara dalkavukluk yapmaktan alıkoyamamakta ve onların kötülüklerini inkar etme ameliyesini terk etmektedir.”Telbisu İblis, 121 Süfyan es-Sevri de şöyle der: “Onların (idarecilerin) bana hainlik etmelerinden korkmuyorum. Benim asıl korktuğum, onların bana ikramda bulunmaları ve böylece kalbimin onlara meyletmesidir.”

     Akıllı bir kimse, Süfyan’ın, kendilerine meyletmekten çekindiği o kişileri düşündüğünde, günümüz tağutlarıyla onlar arasında büyük bir fark olduğunu görecektir. Buna rağmen bazıları onlara yakın olma konusunda ne de çok gayret sarfetmektedir. Yardım ancak Allahu Teala’dandır.

        Yine tağutların başvurduğu yollar arasında, ihlaslarından ve halkın onlara karşı olan sevgi ve bağlılıklarından çekindikleri birçok davetçi ve alimi kendi kontrolleri altına alabilmek için dinin bazı yönlerine ve furu’ meselelerine destek vermek ve bu sözde iyiliksever tutumu açıkça sergilemek sayılabilir. Bu alimler ve davetçiler için fakülteler açarlar, yayınevleri kurarlar, onlara Diyanet İşleri ve Kültür Bakanlıklarında gösterişli görevler verirler. Kısaca bu tağutlar, kendi azgınlıklarına ve fesatlarına dokunmadıkları sürece bu insanlara her türlü desteği -sırf kendi çıkarlarını gözettikleri için- sus payı olarak verirler.
      Bu tağutların kurmuş oldukları ve asıl olarak Müslümanlara zarar verme amacını güden çeşitli kurum, dernek ve vakıflar da bu kabildendir. Mesela, genel olarak birçok fasit hükümetlere ve özel olarak da Suud hükümetine ve onun tağutuna olan dalkavuk çizgisine rağmen, birçok zavallı alimin kendisi ile aldanmış olduğu
“Rabıtatu’l-Alemi’l-İslami” (İslam Dünyası Birliği) teşkilatı bunlardan biridir. Hatta bu teşkilat tarafından basılan broşür veya kitaplarda, Suud devletine karşı münafıkça tavırlar açıkça yer almaktadır. Bu kurumun şüpheli yöneticilerinin, diğer devletlerin tağutlarıyla ne kadar da mükemmel bir ilişkileri ve dostlukları
vardır! Ancak bununla birlikte bir takım devletlere olan muhalefeti ve eleştirisi, ancak anavatan hükümetinin (Suud) isteğine göre şekillenir. Tağutlar arasında herşey yolunda gittiği müddetçe bu devletler asla eleştirilmez. Ama mesela Kaddafi gibi tağutun biri, devletlerine veya tağutlarına ya da sistemlerine hücum edecek
olursa; işte o zaman fetvalar, inkarlar ve nefretler birbirini takip eder. Sonra, şayet tağutlar arasındaki mesele halledilip, işler önceki seyrine dönerse işte o zaman, önceleri aleyhlerinde verilmiş fetvalar adeta dumura uğramış hisler gibi sağır, dilsiz ve sessiz kalakalır. Halbuki tağut aynı tağuttur ve hiçbir vasfını değiştirmemiştir.
Herhalukarda bu müessese ve benzerleri, hükümete ait bir kuruluş olmaktan öteye geçemezler...

      Yine tağutların başvurduğu yollar arasında, davetçilere davetlerini sürdürmeleri için -kendi menfaatlerini de gözeterek davet ve konferans verme, heyet kurma ve buna benzer bir takım çalışmalar için ruhsatlar bahşetmeleri gelmektedir. Bu tür etkinlikler, hamasetli davetçileri, yönetimin münkerlerinden, siyasetinden,
batıl işlerinden ve tağutlarının fesatlarından uzak tutmayı amaçlamaktadır. Böylece bu organizasyonlar, birbirinin hatalarını araştıran fitne müesseseleri haline getirilir. Özellikle devletin emniyetini ve tağutların otoritelerinin istikrarını tehdit eden konularda oldukça duyarlıdır. Bu tür girişimleri asla zararlı olacak seviyeye çıkarmaz ve toplum içerisinde fren vazifesi görürler.

      Yine tağutların başvurdukları yollardan biri de okullar, fakülteler, değişik basın-yayın organları ve muhtelif tağuti kuruluşlar sayesinde, yeni yetişen genç nesillerin kalp ve kafalarından İbrahim Milleti’ni tamamen çıkarmak, yok etmek, parçalamak ve öldürmektir. Bu nedenle bunlar Firavun’dan daha pis ve hileleri de onun hilesinden daha büyüktür. Zira, bunlar oğulların öldürülmesi, yok edilmesi hususunda Firavun’un metodunu ancak diğer metodları işe yaramadığında, son çare olarak kullanırlar. İlk önce İbrahim Milleti bilincini kalplerde, nefislerde yok ederek, bu nesilleri gerçek bir ölüme ve yok oluşa iterler. Nesilleri Firavun’un yaptığı şekilde yok etmek yerine öncelikle onlardaki bu bilinci yok etmek için uğraşırlar ve bunu başarmak için de her yola başvururlar. Nesilleri, kendilerini ve batıl düzenlerini sevecek, onlarla dostluk kuracak, kanunlarına ve hükümetlerine saygı duyacak bir zihniyetle terbiye ederler. Bu iş için birçok cahilin evlatlarını gözü
kapalı gönderdikleri, fesat saçan okullarını ve neredeyse her eve yayılmış olan basın-yayın organlarını kullanırlar. Evet, insanların gözlerini boyamak ve hakkı görüp kendilerine karşı çıkmalarını engelleyebilmek için, Firavun’un yaptığı gibi bedenleri katletmek yerine, yüreklerden İbrahim Milleti bilincini yok ederek ruhları
katlederler. Böylece ruhları katledilmiş insanlar, bilgi ve medeniyeti yaydıkları iddiası ile onları övmeye başlarlar. Bunun hepsinden de acı olanı, Müslümanların zürriyetlerinden yönetimlerine ve kanunlarına ihlasla bağlı olan yetenekli taraftarlar ve hizmetçiler edinirler. Yahut da en azından batıl ehline dalkavukluk yapan, bu
sağlam davete ve dosdoğru Millet’e rağbet etmeyen cahil ve sapık bir nesil yetiştirmiş olurlar... Onlara karşı gelmeye güç yetiremeyecek ve hatta bunu asla düşünmeyecek bir nesil...
       Maalesef bu tuzaklara nice davetçiler düşmektedir... Bugün insanların İslami önderlere ve alimlere güveninin kaybolmasının nedeni bu tuzaklar ve bu tuzaklara düşmüş olanların sefih durumlarıdır. Bu hareket tağutların gözünde davetçiyi nasıl da küçültmekte, onların kalplerinde yer etmiş olan heybetini nasıl da söküp
atmaktadır. Tabi ki böyle bir tavırla karşılaşan tağutlar artık davetçiden ve onun davetinden çekinmemektedirler. Fakat iş değişir de, davetçide bir sertlik, dağlar gibi bir sebat, bir ayrılış hareketi,
nerede olursa olsun kendi davasını yüceltip onun gereklerini yerine getirmeye azmettiğine dair bir iki işaret görürlerse, işte bu noktada binlerce ince hesabın içine dalarlar. Allah da o zaman o tağutların kalplerine korku verir. Tıpkı Nebi’nin Sallallahu Aleyhi ve Sellem kafirlerin gözündeki heybeti ve bir aylık mesafeden kafirlerin
kalbine oturan o müthiş korku ile yardım olunması gibi... Dikkat edin! Zamanın tuzaklarına ve tağutların oyunlarına düşmeye karşı uyanık olun!

     Son olarak aktarmak istediklerimiz ise şunlardır: Allahu Teala tüm bu habis planları bize izah etmiş, bu habis planlara vâkıf olmamızı bize nasip etmiş ve bunlara karşı daima uyanık ve tetikte olmamızı öğütlemiştir. Üstelik bunlara karşı koymanın yollarını ve tedavilerini de bize bildirmiştir. Bize dosdoğru olan yolu tarif etmiş ve “Onlar senin kendilerine yumuşak davranmanı arzu ettiler; kendileri de bunun üzerine yumuşak davranacaklardıKalem 9 ayetinden önce şöyle buyurmuştur: “Artık yalanlayanlara itaat etme!”Kalem 8

     Evet! Onlara itaat etme! Onlara meyletme! Onların karşılıklı tavize dayanan çözümlerini kabul etme! Muhakkak Rabbin sana hak dini vermiştir. Dosdoğru yolu sana göstermiştir ve seni, İbrahim
Milleti’ne hidayet etmiştir.

     Allahu Teala’nın, Mekke’de inmiş olan İnsan Suresi’ndeki şu sözü de bu kabildendir: “Hiç şüphesiz ki Kur’an’ı sana kısım kısım Biz indirdik. O halde Rabbinin hükmüne sabret ve onlardan günahkar veya nankör hiçbir kimseye itaat etme!”insan-23-24 Günahkar kafirlere itaat etmenin nehy edilmesinden önce Kur’an’ın belirtilmiş olması ve Allah’ın o Kur’an’ı, Nebi’si üzerine indirilmiş olmakla övmesi doğru davet yolunun beyanını içermektedir. Bu öyle bir yoldur ki davetçiler onu kendi kafalarına göre ortaya koyamazlar. Hevalarına göre davet yolunun planını çizemezler veya onda atılacak adımları belirleyemezler... Buna hakları yoktur...Bu yol ancak, Kur’an’da tafsilatlı bir şekilde belirtilmiş olan nebilerin ve rasullerin daveti ve İbrahim Milleti’dir.

Yine Mekke’de inmiş olan Furkan Suresi’ndeki Allahu Teala’nın şu sözü de bu kabildendir: “O halde kafirlere itaat etme ve onlara karşı bununla büyük bir cihad yap.”1 “Onlara karşı bununla büyük bir cihad yap” yani Kur’an-ı Kerim ile... Dolayısıyla Kur’an’da emredilen yolun dışında, davet ile ilgili metod ve üsluplara kapılma. Onları bu Kur’an’la uyar... İçerisinde kafirlere itaatin veya onların batılları karşısında sükutun olduğu kaypak ve dengesiz yollardan hiçbirine uyma. Yine Allahu Teala Nebi’sine Sallallahu Aleyhi ve Sellem Kitabı’nı tilavet2 etmesini emrettikten3 sonra şöyle buyurur: “Kalblerine Bizi anmaktan yana gaflet verdiğimiz heva ve heveslerine uymuş, işinde haddini aşmış kimselere de itaat etme. De ki. O Rabbinizden gelen haktır. Artık dileyen iman etsin, dileyen kafir olsun.”4 Bu ayetler de Mekke’de inmiştir. Allahu Teala, Şura Suresi’nde, bize ve bizden önceki peygamberlere, Nuh’a, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya emrettiği şeriatı
zikrettikten sonra şöyle buyurur: “İşte bundan dolayı sen, davet et. Emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların arzularına uyma.”5 Allahu Teala daha sonra da Nebi’sine Sallallahu Aleyhi ve Sellem kafirlere şöyle demesini emrediyor: “Bizim amellerimiz bizim, sizin amelleriniz de sizindir.”6 Bu, kafirlerden, onların heva ve heveslerinden, sistemlerinden ve kokuşmuş yollarından net bir ayrılış ve
uzaklaşmadır...
Yine Allahu Teala’nın, Mekke’de inmiş olan Casiye Suresi’nde
Nebi’sine Sallallahu Aleyhi ve Sellem söylemiş olduğu şu söz
de bu kabildendir: “Sonra Biz seni dinden bir şeriate sahip kıldık.
Sen de artık ona uy, bilmeyenlerin hevalarına uyma. Çünkü
onların Allah’a karşı sana hiçbir faydaları olamaz. Şüphesiz ki
zalimler birbirlerinin velileri (dostları)dır. Allah ise takva sahiplerinin
velisidir.”1
İşte böyle! Eğer bizler Kur’an ayetlerini araştırırsak, bu mühim
meseleye delil teşkil edecek onlarca, hatta yüzlerce ayet
buluruz. Muhakkak ki Allahu Teala kullarını boşuna yaratmadığı
gibi, onu başıboş da bırakmamıştır... O halde davetçilere, “davetçiyim”,
“dava ehliyim” diyenlere bu metodun yani İbrahim Milleti’nin
açıklığı ve doğruluğu yetmez mi? Yoksa Rasulullah’a ve
O’ndan önceki nebilere yeterli olan, onlara yeterli gelmiyor mu?
Onlar için artık gafletten uyanma zamanı değil midir? Azgınların
azgınlıkları karşısında susmak, hakkı gizlemek, insanları aldatmak,
mücadele azmini ve ömürleri bu şekilde boşa harcamak yetmedi
mi?
“Böylece mesele net biçimde ortaya konuyor. Ya Allah’ın
şeriatı ya da cahillerin hevaları... Üçüncü bir şık sözkonusu değildir.
Dosdoğru şeriat ile değişken hevalar arasında orta bir yol da
yok.
Bu ayetler, davetçinin yolunu belirliyor, hareket metodunun
sınırlarını çiziyor. Bu konuda söylenen tüm sözlere, yapılan
tüm yorumlara, tüm açıklamalara bir çizgi çiziyor.
Bu nitelikleri hak eden tek bir şeriat vardır. Onun dışındaki
hayat düzenleri cahillikten kaynaklanan hevalardır, ihtiraslardır.
Dava adamı, sadece şeriata uymalı ve bütün hevaları, ihtirasları
bir kenara bırakmalıdır. Kesinlikle en ufak bir meselede bile Allahu Teala’nın şeriatından sapıp hevalara, ihtiraslara uymamalıdır.
Çünkü hevalarına, ihtiraslarına uyan kimseler, şeriatın sahibine
karşı birbirleri ile dayanışma içindedirler. Bunun için şeriatı
benimseyen birisi, onların yardımını ummamalıdır. Çünkü onlar
birbirlerine yardım eden birleşik bir cephedir. Üstelik onlar dava
adamına zarar veremeyecek kadar zayıftırlar, güçsüzdürler. Ona
verebilecekleri tek şey bazı eziyetlerdir... Çünkü Allahu Teala
onun velisi ve yardımcısıdır. Allahu Teala’nın dostluğu ile heva ve
heveslerine göre hareket edenlerin dostluğu bir midir? Birbirlerinin
dostu olan zayıf, cahil ve basit kimseler nerede, muttakilerin
dostu olan Allah’ı dost edinen şeriat izleyicisi nerede?”1 “Şüphesiz
Allah, takva sahiplerinin velisidir.”2
İşte yol budur... Var mı yürüyecek yiğit?!
❀ ❀ ❀

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorum